Çağdaş Türk Romanında Okunması Gereken Beş Dev Eser
Çağdaş Türk Edebiyatından Eserler
“Çağdaş Türk Romanında Okunması Gereken Beş Dev Eser” gibi bir başlık koymuş olmak belki iddialı bir girişim olabilir fakat edebiyatla az çok ilgisi bulunanların bu eserlerin Türk Edebiyatına yaptığı etkiyi görmezden gelmesi mümkün değildir.
Öncelikle şunu belirtmem gerekir bu yazı altında listelenen romanlar aslında kişisel olarak etkilendiğim kitaplardan oluşmaktadır. Genel görüş çerçevesinde tabi ki listede değişiklikler yapılabilir.
Bu listede ki kitaplar üzerinde yapılmak istenen kitapların safi özetini vermekten çok kitaplar hakkında – şayet hala okumadıysanız okuma isteği uyandırmak, okuduysanız da farklı bir pencereden tekrar okumanızı sağlamak amacıyla- incelemelerde bulunmaktır.
Çağdaş Türk Romanında Okunması Gereken Beş Dev Eser
‘Çağdaş Türk Romanında Okunması Gereken Beş Dev Eser’ de ilk olarak Huzur romanını inceliyoruz.
HUZUR – Ahmet Hamdi Tanpınar
22 Şubat 1948 – 2 Haziran 1948 tarihleri arasında Cumhuriyet Gazetesi tarafından tefrika edilmiştir. 1949 yılında da ise kitap olarak yayımlanmıştır.
Roman dört ana bölümden oluşmaktadır. Bu dört ana bölümün isimleri roman karakterlerinden oluşmaktadır. Bu ana karakterlerin hepsi Mümtaz ile olan ilişkileri anlatılarak anılırlar.
- İhsan
- Nuran
- Suat
- Mümtaz
Ahmet Hamdi Tanpınar bu romanda ‘ferdi’ yani bireyi anlatmak ister. Romanda anlatılan birey yazarın bizzat kendisidir ve ilk sayfalarda bu doğrulanır. Romanın ana kahramanı Mümtaz’ ın çocukluğunda yaşadığı olaylar tüm hayatını etkilemiştir.
Romanın baş kahramanının karakterini gözler önüne seren şu cümleleri paylaşmak yerinde olacaktır.
“ Mümtaz bütün hayatı boyunca o ilk gecenin tesiri altındadır. Onda sanatkar taraf bu ağır şartlar içinde doğar. Bir nevi kompleks teşekkül eder.
Hata karşısında günah ve vicdan azabı kompleksi.[…]. Yani Mümtaz ölüm düşüncesi tehdidi altında yaşamaya başlar ve etrafındaki şeyleri ancak kaybetmek korkusu içinde sever, yahut kaybetmiş gibi sever. (Huzur, s:214)
İlk bölüme adı verilen İhsan Mümtaz ‘ın kendisinden 23 yaş büyük bir akrabası ve yol göstericisidir. Daha önce Avrupa ’da (Fransa) yaşamış ve oranın kültürünü ve edebiyatını bilen birisidir. Yurda döndüğünde ise oradaki kültürden kopmuş ve yeniden kendi – kültürel olarak – öz varlığına dönmüştür.
Romanda İhsan ’ın Mümtaz ’a tavsiyelerinde Batı ’dan neyin alınması gerektiği, asıl hedefin ne olması istendiği söylerken bir bakıma Tanpınar kendi görüşünü yansıtmıştır. Roman boyunca devam eden Doğu-Batı kavramlarına yapılan bir atıftır.
Aslında olay örgüsü manasında içerik Huzur romanında oldukça cılızdır. Yirminci yüzyıl batı edebiyatı klasiklerinden Thomas Mann ve M. Proust’un romanlarında olduğu gibi düşünce güçlü fakat olay örgüsü, düşünce gücüne nazaran çok zayıftır. Bu da “Huzur” romanını modern roman sınıfına sokmaktadır.
Romanda ki konuşmalar Tanpınar tarafından çok önemli olarak değerlendirilmiş ve konuşmalar içerisine kişilerin ruh hallerini, dünya görüşlerini yansıtacak metinler konmuştur.
Tanpınar şöyle der; “Huzur romanının asıl kahramanları İstanbul ve musikimizdir”
Romanın en önemli unsurlarından biri de “Mahur Beste” dir. Ahmet Hamdi Tanpınar Doğu-Batı değerlendirmesini müzik üzerinden de devam ettirir. Roman da Türk Klasik Müziği ile vurgular önde olsa da Batı Klasik müziğine de vurgular yapılmaktadır.
“ Yeni Debussy ’ler aldım. Behemahal gelin… Telefonda böyle söylemişti. Debussy ’yi Wagner ’i sevmek ve Mahur Beste ’yi yaşamak, bu bizim talihimizdi. (s.140)
Romanda Türk Klasik Müziğinin insan ruhu etkisi üzerine birçok vurgu bulunmaktadır.
Huzur’un çeşitli bölümlerinde müziğin aşk ve ölümü bir arada işlediğinden söz edilir. Ayrıca müzik diğer sanat dallarının hepsinin üstünde olduğu savunulur.
Bu romanda neden müzik bu kadar ön plandadır? Sorusu akıllara gelebilir. Kanaatimce bu sorunun cevabı Tanpınar’ın hocası olan Yahya Kemal’in şu sözünde gizlidir.
“Bizim romanımız şarkılarımızdır.”
Yani Avrupa’dan çok daha geç gelişmiş olan Türk Romancılığının aslında çok eskiden beri Türk Klasik Müziği ile var olduğunu savunur Yahya Kemal ve öğrencisi de bu görüşü benimser.
Huzur ’da Aşk Kavramı Üzerine
Romanın iki baş karakterinin aşkı da müzik üzerinden kendini gösterir. İkisi de klasik müziğe tutkundur ve bu onları bağlayan en önemli etkendir. Böylece Huzur’un ikinci önemli konusu aşk olarak ortaya çıkar.
Romanda aşk sadece duygusal ve ruhsal olarak değil tensel ve duyusal olarak da ele alınmaktadır. Fakat bu tensel işleyiş genellikle metafiziksel durumdadır.
Mümtaz ve Nuran aşkı kimi zaman kültür tarihinin ünlü aşıklarıyla aktarılırken kimi zaman da sanat tarihinin tabloları eşliğinde dile getirilir. Örneğin Mümtaz Nuran’ ı Renoir’ in ‘ Okuyan Kadın’ ına benzetir.
Romanda aşk Mümtaz açısından umutlu ve yapıcı bir kavram olarak kullanılır.
Huzur ’da Zaman Kavramı Üzerine
Ahmet Hamdi Tanpınar ’ın zaman kavramı üzerine olan yoğun ilgisi yine bu roman üzerinde de hissedilmektedir. Roman içerisinde tek bir yerde tam tarih verilmektedir. Diğer zaman bildirimleri çevre tasviri üzerinden yapılır.
Mümtaz ve Nuran arasında yaşanan aşk doğal olarak “şimdilerde” işlenir fakat Mümtaz ’ın genel karakteri gereği yakın geçmişte ki tabloları hatırlama biçiminde de anlatılır.
Mümtaz için zaman kavramıyla alakalı en vurucu unsur.
“yarı ömrü geçmiş günlerin peşinde geçmiş” biri olarak anılmasıdır.
Roman içerisinde sürekli söz edilen II. Dünya Savaşı ise bize tarih konusunda alt yapı oluşturmaktadır.
Huzur ’da ölüm Kavramı Üzerine
Romanın zaman üzerinde ki arka planını oluşturan II. Dünya Savaşı romanda ki huzursuzluğu temsil eden unsurlardan biridir. Bu huzursuzluk ister istemez ölüm konusunu da beraberinde getirmektedir.
Ahmet Hamdi Tanpınar ölüm konusu savunduğun değerler uğruna ölmeyi kutsayarak, yine romanın genelinde olduğu gibi müzikle bağlantı kurup sanatçıların ölümlerinden sonra bile eserleriyle başkalarında yaşamayı başardığını anlatarak farklı açılardan değerlendirmiştir.
Tanpınar ölüm kavramını roman kişilerinin karakterlerinin gerektirdiği şekilde çeşitli yönleriyle ele almıştır.
Sonuç
Temelde Doğu-Batı kavramlarını sorgulayan ve amacı batılılaşma sürecinde olan ülke insanlarına yol göstermek olan bu roman kendi kültürümüzün ne kadar geniş ve kıymetli olduğu alt yapısına dayanmaktadır.
İşlenen konu ne kadar güçlü ise romanın olay örgüsü de o kadar basittir. Tanpınar’ın şair üslubu neredeyse her cümleye sirayet etmiş ve güzel bir edebi lezzet vermiştir.
Günümüzde kullanılmayan kelimeler sıkça karşımıza çıksa da Türk Edebiyatı ’nın kilometre taşlarından biri olan bu roman edebi zevkin gelişmesi için iyi bir yol gösterici olabilir.
‘Çağdaş Türk Romanında Okunması Gereken Beş Dev Eser’ de bir diğer roman Yalnızız ’ı inceliyoruz.
YALNIZIZ – Peyami Safa
İlk basım 1951 yılında yapıldı. Yalnızız romanı düşünce romanları kategorisinde ele alınacak bir roman olarak öne çıkmaktadır.
Düalizm
Peyami Safa romanı bir düşünce üzerine kurgulamış ve roman kahramanlarını o düşüncelerin temsilcileri haline getirme yolunu izlemiştir. Söz konusu düşünce “düalizm” ( kutupluluk ) düşüncesidir.
Baş kişiler Samim ve Besim karşıt dünya görüşlerinin temsilcileridir. Meral ise ruhunda her iki düşünce arasında mekik dokuyan biri olarak çıkar karşımıza.
Yalnızız aynı zamanda bir ütopik romandır ve ona bu özelliği katan roman kahramanlarından Samim’in tasarladığı “Simeranya” dır.
Samim Simeranya dünyası yazarken düşünce tarihinde ki bütün zıtlıkları ele alır ve bunları bir şekilde barıştırmaya çalışır.
Samim ve Besim kardeşler hem dünya görüşlerinde hem de davranış ve mizaçlarında zıt kardeşler olarak karşımıza çıkıyor. Besim’ i romanın ilk sayfalarından başlayarak yeme içmenin ve maddi zevklerin tutkunu bir maddeci görüşün temsilcisi olarak gözlemliyoruz.
Kutuplar arasında kalmanın rol modeli olarak karakterlerden Meral önümüze çıkıyor. Meral iyi eğitim görmüş Avrupa’ya gitme hayalleri ile manevi değerler arasında gelgitler yaşayan bir karakter olarak anlatılıyor. Meral’in ölüm şekli de bu arada kalma durumunu güçlendirecek bir metaforla ortaya konmaktadır.
Biri Olmadan Diğeri Olmaz
Peyami Safa’nın roman üzerinde ki alt yapıyı oluştururken karşılıklı fikirleri detaylı bir şekilde karakterler aracılığıyla incelemesi isi bize biri olmadan diğeri olmaz mesajını vermektedir.
Peyami Safa düşünce tarihi ile ilgili alıntılarını açık veya gizli olsa da çoğunlukla Avrupa düşünce tarihinden almış doğuyu neredeyse görmezden gelmiştir.
Simeranya
Samim’in Simeranya adlı projesi sık sık dile getirilmiştir. Bu bir ütopyadır ve 150 yıl sonrasını anlatmaktadır. Simeranya’nın ne olduğu ile alakalı en net açıklama şöyledir.
“ Fakat Simeranya bir roman olmayacaktır. Sadece bugünkü insanın kendi kendisi hakkındaki telakkisinden, bilgisinin temellerine, metodlarına ve bütün sosyal müesseseleriyle değer sistemine kadar baştan başa inkılaba muhtaç bir dünyanın huzursuzluğunu duyan bir adamın 150 yıl sonraki tekamül imkanlarını düşünerek tasarladığı muhayyel bir ülkedeki hayat bir seyahatname şeklinde yazılacaktır. (s.111)
Yalnızız’ ın başarılı yanlarından biri, ayrıntılı ruh çözümlemeleridir. Anlatım biçimi olarak Yalnızız’ da Peyami Safa hem üçüncü tekil hemde birinci tekil kişi anlatımını kullanmıştır.
Romanı bence ilginç kılan özelliklerinden biri de Peyami Safa’nın kişiliği ve dünya görüşü göz önüne alındığında romanda ki karakterler arasında geçen ilişki durumları zamanın ötesinde ve oldukça cesurdur.
Modern romanda öne çıkan işleme biçimi olarak, “iç konuşma” “bilinç akımı” ve yaşanmakta olanın yansıtılması kullanılmıştır. Bu sunuş biçimleri çoğu kez aynı sayfa içerisinde geçişler halinde kullanılmasına rağmen yazarın ustalığı sayesinde romanda göze batmadan yer almıştır.
Sonuç
Peyami Safa’nın bu düşünce romanı Hermann Hesse – Boncuk Oyunu yada Thomas Mann – Büyülü Dağ gibi muadillerine göre okunması çok daha rahat bir kitaptır. Kitabın içerisinde kolay anlaşılır bir ütopya bulunması okunma zevkini arttırmaktadır. Zıtlıklarda sadece Avrupa düşünce tarihine yer vermiş olması belki de kitabın en büyük eksiği sayılabilir.
‘Çağdaş Türk Romanında Okunması Gereken Beş Dev Eser’ de sırada Tutunamayanlar romanı var.
TUTUNAMAYANLAR – Oğuz Atay
Tutunamayanlar 1970 yılında TRT roman ödülünü kazanmış bir roman. Önce Sinan Yayınları tarafından iki cilt halinde yayımlanmış daha sonra İletişim Yayınları tarafından tek cilt halinde yayımlanmıştır.
Tutunamayanlar, Türk roman tarihinde anlatım ve biçim bakımından önemli bir yenilik denemesidir. Sadece kendi dönemi için değil günün şartları için bile çok cesurca bir girişimdir.
Roman dört bölüm ve yirmi bir alt bölümden oluşmaktadır. Roman sonuca doğrudan, tutarlı ve konu olay örgüsüne sık sıkıya bağlı kalarak ilerlemez. Konu birimlerine önem gösterir bir şekilde ilerler. Romanın bu yapısı ayrıntıların tadına varmayı bilen, belli bir edebiyat kültürü olan kişiler için keyif verici bir roman tekniğidir.
Konuyu sadece olay örgüsünden takip etmek isteyen okuyucu için bu ilerleme çok saçma tutarsız hatta laf kalabalığı gibi gelebilir.
Tutunamayanlar ’ın konusu, Turgut Özben adındaki bir mühendisin, intihar etmiş arkadaşı Selim ’in intiharını araştırmak için yaptığı görüşmeleri ve yaşadığı olaylardan sonra iş için İstanbul’ dan Ankara’ ya gidip bir daha dönmemesi şeklinde özetlenebilir.
Tutunamayanlar ’ı Bu Kadar Meşhur Eden Bu Olay örgüsü Müdür ?
Pakize Kutlu ’nun Yeni Ortam ’da 30 Eylül 1972 tarihinde yayımlanan röportajında bakın Oğuz Atay Tutunamayanlar romanını neden yazdığı sorusunu bakın nasıl cevaplıyor.
“Tutunamayanlar ile çok basit bir iş yapmak istedim; insanı anlatmayı düşündüm. Kapalı dünyalar içinde yaşayan yazarların bile bu cümleye hemen isyan edeceğini, “Peki herkes ne yapıyor?” diye öfkeleneceğini bildiğim halde bu basit gerçeği söylemekten kendimi alamıyorum.
Ben, kahramanlarımın iplerini istediği gibi oynatarak insanlardan kuklalar yaratan büyük romancıların yeteneklerinden yoksunum. Roman kahramanlarına uygulayacak büyük nazariyelerim, onları peşinden koşturacağım büyük ülkülerim yok. Ya da insanlara, özellikle tutunamayanlara saygım büyük olduğu için, acıyorum onlara; böyle büyük büyük meselelerin makale, inceleme, deneme gibi yazı türlerinin konusu olduğunu sanıyorum.”
Tutunamayanları anlamak için en güzel yol, metinler üzerinden anlatmak olabilir belki ama romandan metinler seçmeden romanın özünü anlamak için şöyle bir örnek verilebilir.
Turgut Özben’le Selim’in birlikte yazdıkları bildirilen Turgut Özben’ in hayat hikayesinde çocukluk ve öğrencilik yollarına ait bir anlatıda okul binalarındaki zevksizliğin ve bakımsızlığın değinildiği bir yazı öğretim yöntemleri eleştirisi ile devam eder ve eğitimde ki okul aile karşıtlıkları ile ilgili hicivlerle son bulur.
Romanın olay örgüsü bu anlatılara ihtiyaç duymamasına rağmen Oğuz Atay roman içerisinde bu tür pasajlara sık sık yer vermiştir.
Yukarıda yer verdiğim röportajın bir bölümünde de bu karışık gibi görünen yapı hakkında şöyle söylüyor Oğuz Atay:
“Ülkemizde okur sayısı oldukça düşük. Büyük kalabalıklarla bağ kurduğu sanılan romanların bile aydınların dışında bir okuyucu kütlesi bulunduğunu sanmıyorum. Üstelik aydınlar, bir de kendileri hakkında yazılanları okumak zorunda. Bu bakımdan benim gibi yeni yazmaya başlayan birini arayıp bulmak ve alıp okumak zahmetinin üstesinden gelmiş okuyucuların, ilk bakışta yorucu görünen sayfalar arasında güçlük çekmeyeceğine güveniyorum.
Okur yazarı az olan ülkemizde bile, okuyucular böyle bir kitap yayımlandığını haber alırlarsa, birçok yazarımızın aklından bile geçiremeyeceği bir yetenekle daha neler neler okuyabileceklerine inanıyorum. Okuyucuyu yeteneksiz sayarak yazmak istediklerini sadeleştirme çabasına girişenlerin de neden oturup yazdığını anlamıyorum.”
Tutunamayanlar romanı için bir ana konu belirlemek aslında zor bir uğraş fakat özetle şöyle söylenebilir.
Sınırlı ve tekdüze küçük burjuva hayatının, sanatçı ruhlu kişiler için çok fazla sıkıcı olması.
Tutunamayanlar ’da Zaman Kavramı
Romanda dikkatimi çeken en önemli unsurlardan biri de zaman kavramı üzerine uygulanmış teknik.
Burjuva hayatının tekdüze alışkanlıkları üzerinden bir zaman belirleme işine girişiyor Atay.
“Altı parke cilalanması geçti. Yok, o kadar değildi. İki yıkama yağlama olacak. Daha fazla daha fazla, en az dört salondeğiştirme oldu. Durun bakayım: bir hesap edeyim. Bir katsatınalma, altı evdeğiştirme eder.”
Tabi ki Romanın Bir Kahramanı Daha Var: Olric
Roman ’ın dokuzuncu bölümünde Turgut Özben ’in ikinci benliği, iç benliği kendi kendine konuşurken hitap ettiği kurmaca kişi olarak karşımıza çıkar Olric. Romanın son bölümlerine doğru giderek daha sık rastladığımız Olric, Turgut’ un burjuva hayatı olarak belirlediği düzenden uzaklaştığı oranda yaklaştığı bir ikinci kişilik olarak metindeki varlığını arttırmaktadır. Tahmin edebileceğiniz gibi Olric Turgut Özben’in kendi içine dönüşünün simgesidir.
Sonuç
Belli bir edebiyat birikimi olmayan, sadece olay örgüsüne sarılıp devam ederek okumayı sevenler için okuması gerçekten çok kolay olmayan bir roman. Dikkat dağınıklığı ile okunacak bir kitap olduğunu düşünmüyorum. Dikkatiniz dağıldığı yerde kaybedeceğiniz satırlar belki de en çok keyif alacağınız satırlar olabilir.
Sıkılmadan, dikkatinizi diri tutarak, ayrıntıdan alınacak zevkleri düşünerek bu romana başlanırsa tadına doyulmaz bir okuma ziyafeti çekersiniz kendinize ve neden bu roman bu kadar gündemde anlayabilirsiniz.
Çağdaş Türk Romanında Okunması Gereken Beş Dev Eser’ de şimdi Cevdet Bey ve Oğulları romanına bir göz atacağız.
CEVDET BEY ve OĞULLARI – Orhan Pamuk
Orhan Pamuk, Cevdet Bey ve Oğulları romanıyla Türk edebiyatına bir aile romanı kazandırmıştır. Roman, Işıkçı Ailesini üç nesil boyunca anlatmaktadır. Aileyi temel anlatım konusu olarak belirleyen yazar, aile romanının diğer örneklerinde de görüldüğü gibi toplumun sosyolojik yapısının değişimi ve ülkenin siyasi yapısında olan değişiklikleri de arka planda işlemiştir.
Aile romanın temel özelliklerinden olan ev tasvirlerine, döşeme, süsleme ve eşyaya ilişkin motiflere verilen önem, nişan, düğün, bayram törenlerine, doğum ve ölüm olaylarına sıklıkla yer verilmiştir.
Aile Romanlarında önemli Olan Nedir?
Ailenin birkaç kuşak boyunca romana konu olan kişilerinin bağlantılarının sağlam olması, o aile ilgili benzerlik ve farklılıkların iyi işlenmesi yani ailenin ortaya çıkan ruhuna uyması gerekir. Karakterler ailenin genel ruhuna göre “çiğ” kalmamalıdır.
Orhan Pamuk ailenin kuşakları arasında ki bağlantıyı sağlamakta büyük bir ustalık göstermiştir. Cevdet Bey ve Oğulları arasındaki çatışmayı ve diğer aile bireyleri arasındaki çatışmayı iyi işlemiştir. Örneğin ailenin bir oğlu aileyi bir arada tutmaya çalışan, babasına öykünen bir yapıdayken; mükemmel bir Cevdet Bey taklidi değildir çünkü onun gibi sadık değil, bir metresi vardır.
Orhan Pamuk 1905 ’den 1970 ’e kadar ki hayatını gözlemlediği bir burjuva ailesinin üyeleri ve dostlarıyla birlikte 65 yıllık bir ülke panoraması ortaya koyduğu bir gerçektir. Bu panorama önce Fransa hayranlığı sonra Almanya ve klasik Roma hayranlığı olarak kendini gösterirken son olarak klasik Yunan ’a dönüşle son bulmaktadır.
Cevdet Bey ve Oğulları ’nda Zaman Kavramı
Romanın zaman kurgusu geçmişten şimdiki zamana doğru klasik bir sıralama içerisinde yol alır. 1905 yılını işleyen bölümlerden sonra 1930’lu yıllar işlenir ve roman 1970 yılını anlatan bölümle sona erer.
Geleneksel zaman çerçevesi içinde yazar şimdiki zaman, gelecek zaman ve geçmiş zaman içerisinde gidip gelerek anlatım yapıyor.
Romanda egemen anlatım tanrısal bir anlatım yani karakterlerin içinden geçenleri bilen, gerektiği yerde bu bildiklerini açıklayan bir anlatım türüne sahip.
Romanda yine bütün modern romanlarda olduğu gibi içmonolog ve bilinçakımı tarzı başarıyla uygulanmıştır.
Sonuç
Cevdet Bey ve Oğulların bir ilk roman ve ilk roman olmasına rağmen gerçekten bir “ilk roman” için yazar açısından cesaret isteyecek kadar uzun. Buna rağmen bu aile romanı çağdaş romanlarımız arasında önemli yer edinecek kadar sağlam bir yapıya sahip.Bu sebepten Orhan Pamuk’ un bu eserine Çağdaş Türk Romanında Okunması Gereken Beş Dev Eser ‘ler bölümünde yer verdik.
Çağdaş Türk Romanında Okunması Gereken Beş Dev Eser ’de son olarak Devlet Ana ’yı inceleyeceğiz.
DEVLET ANA – Kemal Tahir
Devlet Ana hakkındaki incelemeye Kemal Tahir ’in bu romanı hakkında söyledikleriyle başlamak istiyorum.
“Bir kere, Batı da roman nereden kaynaklanmış?… Masaldan; halk hikayelerinden mi?.. Tamam! Benim de masalım var, halk hikayelerim var…Öyleyse romanımızı oturtacağım temel var bende…”
Kemal Tahir Devlet Ana romanı için çalışırken zahmetli bir tarih araştırmasına ve edebiyat incelemesine girişmiştir. 13 yüzyıl Bizans ’ını, Selçukluları ’ını, Moğollar ’ını araştırıp neredeyse 3000 sayfaya yakın not toplamıştır.
Ayrıca gravür, resim incelemiş, Anadolu ahilik teşkilatını araştırmış, o çağın Asya ve Avrupa sosyo – kültürel yapısını incelemiştir.
Devlet ana gibi bir başyapıtın ortaya çıkış süreci bu şekilde başlamıştır.
“ Tarihi, romanlarda kullanmakla, tarihi romanlaştırmak başka başka şeylerdir.” der Kemal Tahir.
Roman altı ana bölümden oluşmaktadır.
1.Kitap
- Kancık Vuruş
- Uyandırılan Işık
- Dost Çelmesi
2. Kitap
- Fal
- Derin Geçit
- Kerimcan’ın Yolu
Romana adını veren baş kahraman ( ana figürü ) Bacıbey, bir yandan disiplini, sert mizacı, öte taraftan ise saygı uyandıran koruyucu kişiliği ile Osmanlı’ daki devlet anlayışının simgesidir.
Yazar, Devlet Ana’ da Osmanlı’nın bir aşiretten devlet olma yolunda ki gelişimini, bu 600 yıllık devri oluşturan güçleri dile getirir. Bunu dile getirirken de zaman yoğunlaşması tekniğini uygular.
Bacıbey ’in bir oğlu Hristiyan sevgilisi ile birlikte öldürüldükten sonra Bacıbey ’in intikam planlarının romanın başlangıcını oluşturduğunu söyleyebiliriz. Bacıbey ’in ikinci oğlu olan Kerimcan’ ın annesiyle, seçeceği gelecekle ilgili olarak anlaşamama durumuna şahit oluruz.
Kerimcan bir o devirde sakat ve hasta çocukların yönlendiği “molla olma” yoluna gitmek isterken annesi onun abisinin intikamını almasını ister; bir savaşçı olmasını.
Yine burada o dönem romanlarında olduğu gibi Kemal Tahir’ in romanını Doğu – Batı kutupluluğu içerisinde ele alabiliriz.
“ Batı, ailesiyle benzemez bize, kurumlarıyla benzemez, Devlet’i ile benzemez, sınıfları, sınıflar arası kavgasıyla benzemez bize… Bizi ters çevirdikleri zaman Batı, Batıyı ters çevirdikleri zaman biz çıkarız.”
…
“ Batı devlet düzeni, sınıfların dengeli yaşamasını sağlamak için kurulmuştur, doğuda devlet, ailelerin gelişmesini sürdürmek için ayaktadır.”
Kemal Tahir, Osmanlı’ nın gelişip ilerlemesinin ahlaki temellerini, Osman Bey’in başka milletlere karşı tutumunda onun hoşgörü ve insanlık ilkelerinde bulur.
Devlet Ana içeriği, tezi, roman kurgusuyla olduğu kadar üslubu bakımından da Türk Edebiyatı içerisinde yüksek bir yere oturtulmalıdır.
Kemal Tahir’ in roman içerisinde Yunus Emre’ ye de yer vermesi Anadolu’nun değerlerini ne kadar önemsediğinin bir göstergesidir.
Sonuç
Tarihi romanları merak ediyorsanız size başlangıç kitabı olarak önerebileceğim bir kitap ama dikkat edin bu romanı okuduktan sonra başka bir tarihi romandan keyif almayabilir bu kitapların sayfaları arasında gezinirken aklınız sürekli Devlet Ana romanında olabilir. Kurgusu, içeriği ve üslubuyla Türk Edebiyatında eşine az rastlanır bir eşikte durmaktadır.
Edebiyattan hoşlanan ya da ilgi duyan insanlar için, Çağdaş Dünya romanından geride kalmayan bu eserleri inceleyerek umarım bu romanlar üzerine olan ilginizi kabartmış, merakınızı uyandırabilmişimdir. Lakin bu yazılardan birini okuyup incelenen romanlardan birine başlarsanız ne mutlu bana ki Çağdaş Türk Romanında Okunması Gereken Beş Dev Eser yazım amacına ulaşmış demektir.
Kaynak: Kitap incelemelerinde Doğu-Batı Yayınlarından çıkan Gürsel Aytaç ‘ın Çağdaş Türk Romanı Üzerine İncelemeler kitabından yararlanılmıştır.m
Şairler ve eserleri ile ilgili bilgi sahibi olmak isterseniz Aramızdan Erken Ayrılan Şairler başlıklı yazımı da inceleyebilirsiniz.
Ayrıca her ay düzenli olarak kitap tanıtımı yaptığımız Kitap Tanıtım kategorisine linki tıklayarak erişebilirsiniz.
İşten, okuldan arta kalan kıt zamanınızda, sosyal medyada gezinen gerekli, gereksiz bu kadar popüler kültür malzemesi arasında sanat, felsefe ve edebiyata zaman ayırıp bu yazıyı okuduğunuz için sizi ayakta alkışlıyor ve teşekkür ediyorum.
Hürmetler. Esenlikler dilerim.