Nazım Hikmet Kimdir?
Nazım Hikmet RAN. Şiirimizin Mavi Gözlü Devi. Bir pazar günü, hapishanede uzun yıllar kalmışçasına güneşe yeniden çıkabilmenin mutluluğunu hepimize yaşatmayı başaran, şiirlerinde kaybolduğumuz bir şair.”Ben içeri düştüğümden beri” şiirinde, fizik tanımları ile zor anlaşılan görelilik kavramını bile şiiri ile basitçe anlatabilen tüm karamsarlıklardan arınıp, hayata bağlanmamızı sağlayan büyük usta. Elbette değeri ölünce daha çok anlaşılan edebiyatımızın nadide kişiliği. Nazım Hikmet‘i ne kadar tanıyoruz? Nazım Hikmet’in hayatını hiç yakın arkadaşlarından dinlediniz mi? Nazım Hikmet’in şiirlerinde kaybolacağımız bir yolculuğa hazır olun.
Nazım Hikmet ‘in Hayatına Farklı Bir Bakış Açısı
Nazım Hikmet ’i Yakınları Nasıl Bilirdi?
Resmi tarihe göre Nazım Hikmet, 20 Kasım 1901 tarihinde Selanik’te dünyaya gelmiş ve 40 gün için bir yaş büyük görünmemesi için 15 Ocak 1902 doğumlu olarak anılmıştır.
Babası Hikmet Bey, annesi Celile Hanımdır. 1917’de Heybeliada Bahriye Mektebi’ne girdi. 1919’da mezun oldu. Yahya Kemal Beyatlı‘ya hayrandı. Yazdığı şiirleri ona gösterip onun eleştirilerine önem veriyordu.
Moskova ’da üniversiteye kaydoldu ve orada serbest şiirle tanıştı.
Farklı tarihlerde ve uzun süreler hapis yattı. Gördüğü baskı sonucu Moskova’ya gitti.
Şiir, düz yazı ve tiyatro alanında sayısız eserler verdi.
1963 ‘te bir kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi.
Nazım Hikmet Ran ’ın hayatının en kısa özetlerinden biri oldu sanırım ama zaten yapmak istediğimiz bu değil. Bizim yapmak istediğimiz resmi tarih dışında Nazım’ ı etrafındakilerin ve kendisinin nasıl anlattığı.
Bakalım en yakınları ondan nasıl bahsediyorlar.
İlk olarak…
Bursa Cezaevinden arkadaşı bir diğer kıymetli yazar Orhan Kemal ’e kulak verelim.
Orhan Kemal, Nazım Hikmet’in eşi Piraye Hanım ’ın Nazım ’ı ziyaretini anlatıyor.
“Piraye yenge yıldan yıla iki üç sefer gelir, birkaç kuruşu varsa birkaç gün otelde kalırdı. Böyle günlerde Nazım Hikmet’ i görmeli… Karısına saygısı sonsuzdu. Onu alelade bir kocanın karısını sevmesinden çok başka bir tarzda sever bilhassa sayardı.”
Onu Bir Dinozorun Anıları Arasından Çekip Çıkaralım
Mina Urgan Bir Dinozor’un Anıları adlı kitabında Nazım’ la üç kere tesadüf ettiğinden bahseder. Ben bunlardan ikinci karşılaşmalarını almayı uygun buldum.
“Bir iki yaş daha büyükken ikinci karşılaşmamız Yalova vapurunda oldu. Halet ve ailesiyle oraya bir gezintiye gitmiştik. Uzaktan akraba olduklarından, Çambel ’ler Nazım Hikmet’i tanıyorlardı. Bende onun şairliğini biliyordum artık. Gelgelim, o acayip çocukluk dönemimin verdiği olanca ükelalığıyla, Baudelaire’in ve Rimbaud’un şiirlerini onunkilerden çok daha fazla sevdiğimi söyledim.
Beni hiç terslemeden gülümsedi; “bende onları severim” dedi ve Baudelaire’in “Le Balon” şiirini Fransızca olarak başından sonuna kadar ezbere okudu.
Belki hayat yoldaşlarından Nazım için en değerlisi anlatıyor şimdi Nazım’ı.
Vera Tulyakova ’ya kulak verelim.
“ Ölümünden önce evin çeşitli yerlerine benim için doğum günü armağanları yerleştirmiş. Doğum günüm yaklaştımı başlarım evin sağını solunu aramaya. Geçenlerde 50. Yaş günü armağanımı buldum. Ama ben henüz elli yaşında değilim haa! Birde kırk iki yaş armağanımı bulamadım hala. Kim bilir hangi gün nereden çıkar.”
Siyasal eylemci ve şair, romancı ve deneme yazarı Fransız Louis Aragon Nazım’ın şiiri hakkında ne diyor.
Ünlü yazar Nazım’ın dünya şiirinde ki yerini anlatırken bakın ne söylüyor.
“ Nazım dünyanın en büyük beş şairinden biridir ve bunların sonuncusu değildir.”
Tüm yazılarını Ruslara okutan çevirmeni ve dostu
Moskova yıllarında yanında bulunan en iyi arkadaşlarından biri, tüm yazılarını Türkçeye çeviren Ekber Babayef onun yazmaya olan aşkına dair bakın ne diyor.
“Yazmayı böylesine seven birini hiç görmedim. Bir gün beni evden aldı. “Daktilonu da al Daça’ya –Sovyetler Birliğinde tek katlı yazlık evlere verilen isim- gidiyoruz” dedi. Sekiz tabloluk bir oyun varmış kafasında, sekiz günde bitirmeyi tasarlamış. Daça’ya gittik ilk gün birinci tabloyu bitirdi. O Türkçe olarak yazıyor bana veriyor ben aynı anda kendi daktilomda Rusça’ya çeviriyordum. Sekizinci gün oyunu bitirdi…
“Bu da bitti Ekber’’ dedi.
Nazım ‘ın Nazımca Anlatımı
Ekber Babayef, Nazımla arasında geçen bir konuşmayı da şöyle aktarıyor.
“ Çok kitap yazıldı Nazım üzerine. Bir gün kendi “Biyografinizi kendiniz yazmayı düşünmüyor musunuz? Dedim. “Hayır” dedi. “ Benim için dün yoktur yarın vardır sadece”
Ama yine de yazdı Nazım kendini kendi üslubunca.
1902’de doğdum
doğduğum şehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üç yaşımda Halep’te paşa torunluğu ettim
on dokuzumda Moskova’da komünist Üniversite öğrenciliği
kırk dokuzumda yine Moskova’da Tseka-Parti konukluğu
ve on dördümden beri şairlik ederim
kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin
hapislerde de yattım büyük otellerde de
açlık çektim açlık gırevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir
otuzumda asılmamı istediler
kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini
verdiler de
otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu
elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pırağ’dan Havana’ya
Lenin’i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924’de
961’de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır
partimden koparmağa yeltendiler beni
sökmedi
yıkılan putların altında da ezilmedim
1951’de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün
52’de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü
sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım
şu kadarcık haset etmedim Şarlo’ya bile
aldattım kadınlarımı
konuşmadım arkasından dostlarımın
içtim ama akşamcı olmadım
hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana
başkasının hesabına utandım yalan söyledim
yalan söyledim başkasını üzmemek için
ama durup dururken de yalan söyledim
bindim tirene uçağa otomobile
çoğunluk binemiyor
operaya gittim
çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın
çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21’den beri
camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye
ama kahve falıma baktırdığım oldu
yazılarım otuz kırk dilde basılır
Türkiye’mde Türkçemle yasak
kansere yakalanmadım daha
yakalanmam da şart değil
başbakan filân olacağım yok
meraklısı da değilim bu işin
bir de harbe girmedim
sığınaklara da inmedim gece yarıları
yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında
ama sevdalandım altmışıma yakın
sözün kısası yoldaşlar
bugün Berlin’de kederden gebermekte olsam da
insanca yaşadım diyebilirim
ve daha ne kadar yaşarım
başımdan neler geçer daha
kim bilir.
11 Eylül 1961 – Doğu Berlin
Nazım Hikmet’in Bazı Şiirleri
Bugün Pazar
Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben…
Bahtiyarım…
Ben İçeri Düştüğümden Beri
Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya
Ona sorarsanız: ‘Lafı bile edilemez, mikroskopik bi zaman…’
Bana sorarsanız: ‘On senesi ömrümün…’
Bir kurşun kalemim vardı, ben içeri düştüğüm sene
Bir haftada yaza yaza tükeniverdi
Ona sorarsanız: ‘Bütün bi hayat…’
Bana sorarsanız: ‘Adam sende bi hafta…’
Katillikten yatan Osman; ben içeri düştüğümden beri
Yedibuçuğu doldurup çıktı.
Dolaştı dışarda bi vakit,
Sonra kaçakçılıktan düştü içeri, altı ayı doldurup çıktı .
Dün mektubu geldi; evlenmiş, bi çocuğu olacakmış baharda…
Şimdi on yaşına bastı, ben içeri düştüğüm sene ana rahmine düşen çocuklar.
Ve o yılın titrek, uzun bacaklı tayları,
Rahat, geniş sağrılı birer kısrak oldu çoktan.
Fakat zeytin fidanları hala fidan, hala çocuktur.
Yeni meydanlar açılmış uzaktaki şehrimde, ben içeri düştüğümden beri…
Ve bizim hane halkı, bilmediğim bir sokakta, görmediğim bi evde oturuyor
Pamuk gibiydi bembeyazdı ekmek, ben içeri düştüğüm sene
Sonra vesikaya bindi
Bizim burda, içerde
Birbirini vurdu millet, yumruk kadar simsiyah bi tayin için
Şimdi serbestledi yine, fakat esmer ve tatsız
Ben içeri düştüğüm sene, ikincisi başlamamıştı henüz
Daşov kampında fırınlar yakılmamış, atom bombası atılmamıştı Hiroşimaya
Boğazlanan bir çocuğun kanı gibi aktı zaman
Sonra kapandı resmen o fasıl, şimdi üçünden bahsediyor amerikan doları
Fakat gün ışığı her şeye rağmen, ben içeri düştüğümden beri
Ve karanlığın kenarından, onlar ağır ellerini kaldırımlara basıp doğruldular yarı yarıya
Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya
Ve aynı ihtirasla tekrar ediyorum yine, ben içeri düştüğüm sene
Onlar için yazdığımı:
“Onlar ki; toprakta karınca, su da balık, havada kuş kadar çokturlar.
Korkak, cesur, cahil ve çocukturlar,
Ve kahreden yaratan ki onlardır,
Şarkılarda yalnız onların maceraları vardır.”
Ve gayrısı
Mesela, benim on sene yatmam
Laf’ı güzaf…
Kaynaklar:
- Çizgilerle Nazım Hikmet (Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı Yay.)
- Bir Dinozorun Anıları- Mine URGAN (YKY)