Baruch Spinoza Kimdir?

Baruch Spinoza, XVII. yüzyıl Descartes’le olduğu kadar onun ardıllarıyla da anılır.

Baruch Spinoza ve bu ardıllardan biridir. Spinoza aynı zamanda bir Descartes eleştirmenidir.

Bununla birlikte o da Descartes gibi “usçu” bir çizgi izlemiştir ve kendine bir yol çizmeye çalışırken de Descartes’ten büyük ölçüde etkilenmiştir. Bu etkilenme içinde kendi özgün felsefesini oluşturmuştur.

 

 

Baruch Spinoza ve Felsefesi

 

Aykırı Bir Filozof

Baruch Spinoza, kurulu düzene uymak istememiş bir düşünce adamıdır. O görüşleri ile inançlı çevreleri her zaman rahatsız etmiştir. İnsanlar onun bir tanrıtanımaz olduğunu düşünmüşlerdir. Oysa o bu tanrıtanımaz sıfatını kesinlikle üstüne almak istememiştir.

Spinoza’da Tanrı; doğa yasalarının tümünü belirleyen güç gibi bir şeydi ya da daha doğrusu doğa yasalarının tümünü kapsayan bir kavramdı. Spinoza için tanrı amacı olmayan birtakım sonuçları gerçekleştirmeye yönelmeyen bir tanrıdır. Çünkü Spinoza için tanrının bir amaca yönelmesi onda bir eksikliğin bulunması demektir.

 

Spinoza

Baruch Spinoza

 

Felsefesiyle Yahudi inancının oldukça uzağına düşmüş olan Spinoza’yı iyi tanıyan Colerus adında bir düşünce adamı onun orta boylu, yüz çizgileri düzgün, esmer tenli, kara saçlı, uzun kirpikli olduğunu bu görünümüyle eksiksiz bir yahudi görünümü çizdiğini yazar.

Spinoza 24 Kasım 1632 ‘de Amsterdam ‘da doğdu.

Bir tüccarın oğluydu.

 

 

Diniyle Mesafeli Bir Yahudi

Engizisyon’dan kaçan Portekizli yahudilerin bir kolu da Hollanda’ya ulaşmıştı. Spinoza bu göçmen yahudilerin soyundandır. Bunlar Hollanda yahudilerine benzemiyorlardı hemen hemen tümü “Maran” denen dönmelerdi.

1492’de Ferdinand’ın fermanı ile yani zorla katolik yapılmışlardı ama gönüllerinde yahudiydiler. Dinlerini öğrenmeleri yasak edildiği için kutsal metinler ile ilgili pek bir şey bilmedikleri gibi İbranice de bilmiyorlardı.

Baruch Spinoza küçük yaştan bilime ve felsefeye olan merakı sayesinde yakınların ilgisini çekti.

Yetişmesinde Hekim Van den Enden’in büyük katkısı oldu. Bu çok sevilen ve sayılan bilim adamından fizik ve geometri öğrendi. Ayrıca onun yardımıyla Descartes felsefesinin inceliklerini öğrendi.

Spinoza, Bruno’nun Della causa principo ed una’sını (Neden ilke ve teklik üzerine) okudu.

Ayrıca Bruno sayesinde geliştireceği felsefenin ana çizgilerini buldu.

 

 

Spinoza ve Tanrı

Tanrı ve dünya tek bir varlıktır. Tanrı dünyadan ayrı değildir. Tanrı Dünyanın içkin nedenidir.

Bu aykırı yanı ile birilerinin dikkatini çeken Baruch Spinoza bir gün bir bağnazın bıçaklı saldırısına uğradı, bıçak yalnızca hırkasını yırttı.

Onunla ilgili bir haham şöyle söylemişti:

Kimse onunla alışveriş yapmasın. Kimse onunla aynı çatı altında bulunmasın. Gece de lanetlensin gündüz de lanetlensin.”

 

Spinoza İllüstrasyonu

Baruch Spinoza İllüstrasyonu

 

 

Münzevi Bir Filozof

Baruch Spinoza ailesini kaybettiğinde sadece yirmi dört yaşındaydı. Ailesinin ölümünden sonra miras sorunu yaşadı ve bu sorunu felsefesine uygun olarak çözdü. Kendisine kalan her şeyi, kız kardeşine bağışladı. Artık onu dünyaya güçlü bağlarla bağlayan hiçbir şey yoktu.

Spinoza bundan böyle dış dünyaya kapısını sıkı sıkı kapatmış tam anlamıyla kendi dünyasına çekilmiş, yalnızlığı ve yoksulluğu seçmiştir. Yaşamını sürdürebilmek için gözlük camı parlatma öğrenir ve ölene kadar bu işini sürdürür.

Bu meslek onu optik bilimi ile tanıştırır.

Tek göz odalarda yaşayan yapayalnız biridir özgürlüğüne son derece düşkün olan Spinoza XIV. Louis’nin önerdiği ödeneği ve Palatina seçicisinin Hidelberg Üniversitesindeki kürsü önerisini geri çevirir.

Spinoza’nın varlığı yoksulluklarla örtülmüş bir dalgalı yaşama uzun süre dayanamayacaktır.

Kimsenin adamı olmayı istememiş hiçbir kesim, hiçbir cemaatin içinde yer almamış hiçbir zaman çıkar peşine düşmemiş olan bu onurlu filozofun son derece kırılgan da dayanaksız bir bedeni vardır. Bu narin beden üzerine eklenen parasızlık, yalnızlık ve düşmanlıklar bu düşünce ve özgürlük tutkunu insanı yer bitirir.

Spinoza kalan el yazmalarını yakmasını bir dostundan isteyerek 1677 yılının 20 Şubatında gözlerini dünyaya kapar.

 

Baruch Spinoza 20 Şubat 1677 hayata gözlerini yumdu.

 

Spinoza parayı hiç sevmez hatta paradan nefret edermiş. Yaşamını sürdürebilmesi için harcama yapabilecek kadar parası oldu zaman mutlu olurmuş. Ahlak anlayışını yaşamından sıkı sıkı uygular, tutkularına egemen olmayı bilirmiş. Ne büyük acılar çeker, ne de büyük sevinçler yaşarmış. Genellikle gününü bir tas sütlü çorba ile geçirirmiş bazen üzümlü kurabiye yermiş para bulursa bir bardakta bira içermiş.

Çağdaşı olan bir diğer ünlü filozof Leibniz onun için şöyle söylemiştir;

“Spinoza hiçbir zaman gösterme sanatının büyük bir ustası olarak görünmüyor. Bu yazarın zihni çok karışık ve işkenceci görünüyor. O aydınlık ve doğal yollara pek az giriyor, sarp yolları ve uzun dolambaçları seviyor. Göstermelerinin çoğu aydınlatacak yerde şaşkınlığa düşürüyor.”

Andre Cresson’nun da belirttiği gibi Spinoza’nın felsefesinin temellendirmeye başladığı dönemde başlıca iki felsefe gündemdeydi. Biri Ortaçağ’dan kopup gelen Yahudi-Hristiyan geleneği diğeri Descartes felsefesi.

Yahudi-Hristiyan geleneği  “Açınım ya da Kayra” üzerine temellenir; Tanrı kendi bilgisinden küçük bir bölümü insana sunulmuştur.

Descartes daha değişik bir bakış açısı geliştirmiştir neredeyse Tanrıyı “Ben” fikrinden türetmiştir.

Üç tür töz belirlemiş, Tanrısal töz tümüyle maddesel ve ruhsal tözün üstünde tutmuştu. Tanrısal töz tümüyle madde dışıydı, yaratıcı güçtü anlıktan ve istemden oluşmuştu. Maddesel dünya tümüyle mekanik bir işleyiş içindeydi.

 

 

Spinoza Felsefesini Anlamak İçin

Spinoza’nın bazı terimleri verdiği özel anları bilirsek onun düşüncesini kavramakta çok güçlük çekmeyiz. Ethica eserinden yararlanarak felsefenin temel kavramlarını kısaca görelim.

“Kendinin nedeni olan şey’den” özü saran şeyi anlamak gerekir.

 “Töz’den kendinde kendiyle kavranılabilir olanı anlamak gerekir. Bir başka deyişle kavramı bir başka şeyin kavramına gereksinme göstermeyen şeyi anlamak gerekir.

“Nitelikten” anlığın bir töz de onun özünü kuran şey olarak algıladığı şeyi anlamak gerekir.

“Kip’den” bir tözün açılmalarını ya da bir başka deyişle dışavurumlarını anlamak gerekir.

“Tanrı’dan” mutlak olarak sonsuz bir varlığı anlamak gerekir.

Spinoza Tanrı’nın mutlak bir özgürlük de bildiği gibi davranan bir balık olmadığını biliyordu. Onun özgürlüğünü ancak kendi gereklerine uyumakla gerçekleştirdiğini söylüyor, buna göre yahudi inancının ve Hristiyanlığın ödüllendiren ve cezalandıran Tanrı fikrini dışlıyordu. Böyle gelişigüzel davranan bir Tanrı tanımı yapmak onu aşağılamaktan başka bir anlama gelmezdi.

 

Spinoza – Ethica

 

Spinoza felsefesi kurtuluşu doğallığın temel belirleyeni gibi duran bir Tanrı’da görmekle tanrıtanımaz olmasa da tam anlamında maddeci bir felsefedir.

Gözlerini doğaüstünden doğaya çevirmiş, böyle olmakla da insan olmanın yüceliğini ağırlık vermiş bir felsefedir.

 

 

Spinoza Ahlakı

İnsan Tutkularıyla İnsandır.

Çok sonra varoluşçu felsefelerde görülecek olan bir anlayış Spinoza’da karşımıza çıkar.

Başkasının varlığı bana her zaman güçlük çıkarır. Başkalarıyla yüz yüze geldiğimizde kendimize engellenmiş hissederiz. İnsan bakışında büyük ölçüde iyimser olan Spinoza varoşculardan şu noktada ayrılır; başkalarıyla yüz yüze gelmek bazen de bizi mutlu eder.

Birinci durum bize acı verir, ikinci durumda sevinç yaşarız. Arzulardan kurulmuş olan insan yaşamı acıyla ve sevinçle örülmüş gibidir.

Baruch Spinoza sevinci ruhun en büyük yetkinliğe ulaştıran tutku diye tanımlarken, acıyı ruhu en az yetkinliğe geçişine yol açan tutku diye belirler.

Başka tutkularda vardır, onlar acının ve sevincim türevleri gibidirler. Bu acılı sevinçli yaşam insan içindir. İnsan olmanın zorunlu koşuludur.

Tutkular Tanrı katında biter. Tanrı acıda, sevinçte duymaz sonsuz yetkinlikte bir varlığın bunları duyması olası değildir. İnsan sınırlı bir varlık olduğu için kendini tutkulardan kurtaramaz.

Spinoza, insanların çoğunlukla kötü ve mutsuz olduğunu düşünür. İnsanlar zenginliklerin, ünlerin, unvanların, gösterişin batağına batmışlardır.

 

Baruch Spinoza ve Felsefesi

 

Bu yolda acımasız, kavgacı kesilirler ve birbirlerini yok ederken hiç üzüntü duymazlar. Onları en çok huzursuz eden şey elde ettiklerini yitirme korkusudur. İnsanoğlu yaşamını zehir eden bu duygudan olmayacaktır.

Geçici mutluluklarını izini sürmeyi bırakıp, kalıcı mutluluğun peşine düşmek gerekir. Bunun tek yolu toplumsallığın anlamına varmak, toplumsal yaşamın değerini görmek olabilir.  İnsan şunu apaçık görebilseydi, mutluluğu çok kolay yakalayacak durumu gelecektir.

Hiçbir şey insana insan kadar yararlı değildir. İnsan gerçek insanlığını ancak toplum içinde gerçekleştirebilir.

Ussal bir varlık olan insan kendisi için uygun görmediğini başkası içinde uygun görmemelidir.

Sabırlı, sakınan, hoşgörülü insanı, kıskanmayan ve kin tutmayan insanı kendimizde yarata bilmeliyiz.

Bilge kişi bazı insanları değil bütün insanları sever. Onları birbirinden ayırmaz ancak onlara yol gösterir. Onlara ussal yaşamı önerir.

Her yerde kötüler var Biz kötüleri de sevecek miyiz ?

Bilge kişi ayrımı yapmaz, kötülere de sever. Onları dışlamak yerine yola getirmeye çalışır. Elinden geleni yapar ancak, tutkulardan kurtulmuş insana özellikle de kinden arınmış insana özgür insan diyebiliriz.

 

 

Kamusal Ahlaktan Siyasete

Temel sorun “tutkunun” insanları sınırsız biçimde güç kullanmaya eğilimli kılmasıdır.

İşte o noktada hepimizin güçlü bir devlete gereksinimi vardır. Bu devlet nasıl bir devlet olacaktır.

Tutku, yönetenlerle yönetilenler karşı karşıya getirecek bir özellik taşır. Devletin devlet olmaktan çıkma tehlikesi vardır. Devlet devlet olmaktan çıktığı zaman insanların onu yargılama ve ona başkaldırma hakkı doğar.

Her durumda devlet şiddet kullanmaktan uzak durmalıdır. Devlet şiddete başvurursa kendini bitirir. Şiddet bireyler arasına kin tohumları eker. Oysa devletin görevi bireylerin esenliğidir.

Devlet yurttaşlara “güçlerini  ve özellikle uslarını özgürce kullanma” olanağı vermelidir. Devletin amacı özgürlüktür.

 

 

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.