Rene Descartes ve Felsefesi
Antik Yunan da her alanda özellikle felsefede yaşanan gelişmeler, özgür ve bilimsel düşüncenin öne çıkışı Orta çağda durmuş, aklın yerini bağnazlık almıştı. Orta çağ sona erdiğinde aklı, bilimi ve felsefeyi küllerinden yeniden doğuran biri vardı işte o kişi Rene Descartes ‘ti.
Bilim ve Felsefede Karanlıktan Çıkış
M.S. 5.yy.’da Bizans imparatoru Justinyen Atina’daki felsefe okulunu kapatması ile başlayan “skolastik” çağ Rönesans döneminde “tanrı kutsallığının” yanı sıra “insan” düşüncesinin yeniden ele alınmasıyla birlikte sona erer.
Skolastiğin yıkılmasıyla birlikte, bilgi sorunun yeniden ele alınması; doğanın, bütün kabullenilmiş bilgilerin ve açıklamaların ötesinde gözlem ve deneyle yeniden incelenmesi; doğru düşünmenin ve bilginin, insanoğlunu doğaya egemen kılan en güçlü araç olduğunun yeniden anlaşılması bu dönemin belli başlı ayırt edici özellikleridir.
Özetle söylemek gerekirse, bu dönemde, dinsel inanç ve sorgulanamaz otoritenin yerine, akıl ve deney geçer.
Rönesansla birlikte, matematik ve fizik bilimlerinin büyük bir gelişme göstermesi bu tür bir düşüncenin ortaya çıkmasına yardımcı olmuştu.
Bu dönemde eski Yunan felsefesine ve bilime önem verildi. Rönesans düşüncesi, dogmaların, inancın ve otoritenin ötesine geçerek insanın kendine yeniden dönüşünün ve bağımsızlaşmasının önemli bir aşamasıdır.
Yeni Çağ Felsefesinin Başlangıcı
İngiliz Filozofu Francis Bacon (1561 – 1629) tümevarımcı mantığı bilgi kuramının temeli olarak ele almış ve bu açıdan tutucu düşünceye karşı eleştirilere girişmişti. Bundan dolayı Bacon haklı olarak Yeni Çağ felsefesinin başlangıcı olarak kabul edilir. Francis Bacon’nın yanı sıra Yeni Çağ felsefesinin bir diğer önemli filozofu – bugünkü yazımızın konusu olan- Rene Descartes ’dir.
Rene Descartes Kimdir? ( 1596 – 1650 )
Fransız filozof Rene Descartes ’e göre filozofun görevi, sağlam bilgilerin elde edilmesini sağlayacak temelleri atmaktır. Filozof, bilgi alanında her şeyden kuşku duymalıdır. Tüm bilgileri ve kaynaklarını yeniden sınayacak adeta her şeye en başından başlayacaktır.
Descartes’e göre duyuların sağladığı kesin olmayan aldatıcı bilgilerden; çevrenin etkisi altında kalarak kabul edilen basmakalıp düşüncelerden, inançlardan, değerlerden ve bütün geleneklerden sıyrılmak zorunludur.
Filozof doğruyu tek başına bulmak zorundadır. Ama bu düşünce sistemi soyut dünya ile ilgilenmeyen bir düşünce yapısı kurmak demek değildir. Nihai amaç insana yararlı olacak bilgilerin ortaya konmasıdır. Bu amaca giderken belirli ilkelerin ve yolların ortaya konmasıdır. Böylece hem felsefe, hem doğa bilimleri hem de ahlak alanında, insanlığın işine yarayacak, mutlu bir yaşam sürmesini sağlayacak temellerin ortaya çıkması sağlanacaktır.
Rene Descartes tıpkı kuşkucu filozoflar gibi işe başlar. Bildiğimiz her şeyden kuşku duyar, her şeyi inkar eder; dışımızdaki varlıkların bile, bilinip bilinemeyeceğine şüpheyle bakar. Ama Descartes’i kuşkucu filozoflardan ayıran temel özellik bu metodu kuşkucu filozoflar gibi insan düşüncesinin sağlam bilgiler için yeterli olmadığını kanıtlamak amacıyla yapmaz.
Descartes, tıpkı matematikteki gibi apaçık bilgilere, felsefede de ulaşmayı amaçlar. Onun kuşkusu, sağlam bilgilere ulaşmayı amaçlayan bir araçtır.
Descartes’in kuşkusu yöntemsel bir araçtır. Kabaca “Yöntemsel Kuşku” olarak adlandırabiliriz.
Bir Sepet Elma
Rene Descartes bilgilerimizi bir sepet elmaya benzetir. İnsan sepetin içerisindeki çürük elmaları ayıklamakla uğraşmamalıdır. Sepeti tamamen boşaltmalı ve elmaları boşalttığı yerden çürük olmayanları tekrar sepete koymalıdır.
Kuşku Sonrasında Ulaşılan İlk Kesin Bilgi
İlk bakışta etrafımızda bulunan çeşitli özellikteki nesneleri görürüz, onların var olduklarına inanırız. Ama sorunu daha yakından incelediğimizde bu nesneleri bize tanıtan şeyin duyularımız olduğunu görürüz. Nesneler hakkında görerek, işiterek, dokunarak, koklayarak ve tadarak fikir ve bilgi sahibi oluruz. Ama duyuların bize her zaman doğru bilgi vermediğini zaman zaman bizi aldattıkları da bilinen bir gerçektir. Öyleyse bizim dışımızda ki dünyanın bir aldatmacadan ibaret olması, gerçek olması kadar muhtemeldir.
Bu durumda büyük soru şudur; Öyleyse geriye ne kalmaktadır?
Geriye kalan ve kendisinde kuşku duymayacağımız kesin bilgi, bu kuşku duyuşumuzun kendisidir. Kuşku duyduğumuz sürece, kendisinden artık kuşkulanmayacağımız şey “kuşku duyuşumuzun” kendisidir.
Kuşku duymak düşünmek demektir.
Düşünüyorum. Öyleyse Varım. “Cogito ergo sum”
Öyleyse düşünmemizden kuşku duyamayız; onun yani düşüncemizin varlığını, bir kesinlik bir alenilik olarak kabul etmemiz gerekir. Düşündüğümüze göre, düşünen bir varlık olarak oluşumuz zorunlu hale gelir. Düşündüğümüz halde var olmamamız imkansızdır. Bundan dolayı; “Düşünüyorum. Öyleyse varım.” sonucuna ulaşmış oluruz.
Bu kesin bilgi Descartes’in felsefesinin temelidir. Filozof bu kesin bilgiden hareketle Tanrı’nın ve dış dünyanın var olduğu sonucuna varır. Bu yöntemle çeşitli varlık alanlarını inceleyerek felsefe sistemini kurar.
Descartes duyu ve deneylerden değil, düşüncelerden, bilinçten işe başlar.
Doğruluğu akıl yoluyla ortaya koymak hedefindedir. Bundan dolayı Descartes’i ampirik (deneyci) değil rasyonalist (akılcı) bir filozof olarak anarız.
Rene Descartes ’e göre insan düşüncesi sağlam bilgilere, kesin doğruluklara ulaşabilir.
İlginizi Çekebilir : Avrupa Felsefesinde Bir Zirve. Immanuel Kant Kimdir?
Descartes’e Göre Tanrı’nın Varlığı
Descartes kendi bilinci dışında dış dünyanın varlığını da kanıtlamak zorundadır. Bu kanıta ulaşmak için Tanrı’nın varlığından yararlanır.
Descartes’e göre insan bilincinde doğuştan bulunan fikirler vardır. Sonsuz ve yetkin olan tanrı fikri de bu fikirlerden biridir.
Bu en yetkin ve en gerçek varlık fikri bize nereden gelmiştir?
Descartes’e göre bu fikirleri sonradan duyular yoluyla elde etmemiz ve insanın kendisi yetkin ve kusursuz bir varlık olmaması itibariyle bu fikri tek başına edinmesi mümkün değildir. Öyleyse bu fikri ruhumuza koyan Tanrı’nın kendisidir.
Descartes’in “ontolojik kanıt” namıyla ün yapmış bir Tanrı varlığını kanıtlama çabası daha bulunur. Tanrı’yı en yetkin, en gerçek varlık olarak kavrıyoruz. Tanrı’nın var olmadığını düşünürsek, ondan bir özellik eksilmiş olur; varlığa sahip olmamakla yetkinlikten çıkmıştır o. Çünkü yetkin olanda hiçbir şeyin eksik olmaması, varlığın da bulunması gereklidir. Demek ki “en gerçek ve en yetkin” varlık olan kavramı varlığı olan bir kavram olarak düşünmeliyiz. Bu kavramı var olmayan bir şey olarak düşünürsek kavramda bir çelişme ortaya çıkar.
En yetkin varlığın var olmaması düşüncesi mantık bakımında bir çelişki oluşturduğu için Tanrı’nın olması zorunludur.
Rene Descartes Felsefesinin Temel Özellikleri
Descartes’e göre doğada iki temel varlık iki töz vardır; bunlar bütün varlıkların ilkesi ve kaynağıdır. Asıl töz ise kendi kendisinin nedeni olan tanrıdır ve Tanrı sonsuz tözdür. İki tözde yaratılmış tözlerdir. Yaratılmış tözlerden biri düşünce (ruh, bilinç), öteki yer kaplamadır(madde, beden).
Rene Descartes’e göre evren ikiye ayrılmış bir evrendir. Felsefesinde idealizm ve maddecilik bir arada yer alır. Maddenin ve doğa dünyasının mekanik nedenlerden oluştuğunu, değişiklikler gösterebileceğini kabul eder.
Ancak iki ayrı tözün nasıl olup da ilişki halinde olup, birbirlerini etkiledikleri Descartes felsefesinde bir soru işareti olarak durmaktadır. Bu sorun onu takip eden filozofları da bir hayli uğraştırmıştır.
Rene Descartes ‘in nasıl öldüğünü merak ediyorsanız, Filozoflar Nasıl Ölür? yazımıza göz atabilirsiniz.
İşten, okuldan arta kalan kıt zamanınızda, sosyal medyada gezinen gerekli, gereksiz bu kadar popüler kültür malzemesi arasında sanat, felsefe ve edebiyata zaman ayırıp bu yazıyı okuduğunuz için sizi ayakta alkışlıyor ve teşekkür ediyorum.