Platon – Devlet (Politeia) Kitabının Detayları-1
Antik Yunan‘da felsefe ya da ilk çağ felsefesi denince akla ilk gelen isimlerden biri hiç şüphesiz Platon‘dur. Platon denince akla ise, onun en önemli eseri olan Türkçeye “Devlet” olarak çevrilmiş olan “Politeia“ (Republic) gelir.
Platon’un Devlet’i, Sokrates ile birkaç Atinalı arasında geçen bir diyalogdur. Diyalogda Sokrates, adaletin tanımını aramakta ve adalete dayalı ideal bir toplum yaratmaya çalışmaktadır.
Diyalog, her biri toplumun farklı bir yönüne ve bunun adaletle nasıl bir ilişkisi olduğuna odaklanan on kitaba bölünmüştür.
Bu on kitap her ne kadar farklı bölümler gibi görünse de, kendi içerisinde bir bütünlüğü söz konusudur.
1.Kitap: Diyalog, Sokrates ve diğer birkaç Atinalı arasında adaletin anlamı hakkında bir tartışma ile başlar. Sokrates onların tanımlarını reddeder ve kendi adalet tanımını yaratmaya başlar.
2. Kitap: Sokrates, “adil şehir” kavramını inceleyerek kendi adalet tanımını geliştirmeye devam ediyor. Adil bir şehrin bir sınıf yapısına sahip olması gerektiğini ve her sınıfın belirli bir işlevi yerine getirmesi gerektiğini savunuyor.
3. Kitap: Sokrates ve arkadaşları, şehri dış tehditlerden korumakla sorumlu olan adil şehrin muhafızlarının eğitimini tartışıyorlar.
4. Kitap: Sokrates, adil şehrin felsefe eğitimi almış ve derin bir adalet anlayışına sahip filozof-krallar tarafından yönetilmesi gerektiğini savunuyor.
5. Kitap: Sokrates, ruhun doğasını ve adaletle nasıl bir ilişkisi olduğunu tartışır. Ruhun üç parçası olduğunu savunuyor: Akıl, ruh ve arzu.
6. Kitap: Sokrates ve arkadaşları, filozofun toplumdaki rolünü ve filozofun adil bir toplum yaratmaya nasıl yardımcı olabileceğini tartışıyorlar.
7. Kitap: Sokrates, filozofun cehaletten bilgiye yolculuğunun bir metaforu olan ünlü mağara alegorisini sunar.
8. Kitap: Sokrates, adil birey ile adil toplumun uyumlu olması gerektiğini ve ruhun üç bölümünün dengelenmesi gerektiğini savunuyor.
9. Kitap: Sokrates ve arkadaşları, tiranlığın doğasını ve toplumda nasıl ortaya çıktığını tartışıyorlar.
10. Kitap: Sokrates, diyaloğu argümanlarını özetleyerek ve adaletin ödüllerini tartışarak bitirir.
Bu içeriğimizde ise Platon’un Devlet eserinde bulunan ilk beş kitapta hangi konuların ne şekilde ele alındığını genel hatlarıyla anlatmaya çalışacağız.
İlginizi Çekebilir: Platon ’un Devlet Eserindeki Yönetim Şekilleri
Platon – Devlet (Politeia) Kitabının Detayları
Devlet Diyalogu-Birinci Kitap:
Platon’un Devlet (Politeiai) diyalogu varlık, bilgi ve değer üzerine kapsamlı ve sistematik bir tartışmanın yürütüldüğü ilk felsefi eserden biridir.
Platon’un siyaset felsefesine ilişkin temel görüşlerinin ortaya konduğu bu eserde, özellikle adalet merkezi bir konu olarak ele alınır. Adalet (dikaiosyne) kavramı, hem bireysel bir erdem (arete) hem de toplumsal/siyasal bir ilke olarak kapsamlı biçimde tartışılmaktadır. Bu tartışma, adalete yönelik bir tanım yapma çabasıyla başlar. Buna göre:
1- “Adalet ya da doğruluk, ne olursa olsun doğruyu söylemek ve alınan şeyi geri vermektir.” Bu tanımın ne kadar geçerli olabileceği üzerinde tartışma yapılır. Örneğin aklı başında olmayan birine silah vermek doğru olur mu?
1a- “Doğruluk ya da adalet, herkese borçlu olduğumuz şeyi ödemektir.” Bu tanımın, yeterli olup olmadığı konusunda bir tartışma yürütülür. Gerçekte kime neyi vereceğimizi, kimin iyi kimin kötü olduğunu, kimin dost kimin düşman olduğunu belirleyebilir miyiz?
1b- “Doğruluk/adalet dosta iyilik, düşmana kötülük etmektir.” Bu argümanın doğru olup olmadığı araştırılacaktır. Bu argümana göre, doğru insanın dost veya düşman olsun kötülük etmesi kabul edilebilir mi?
“Doğruluk/adalet, güçlünün işine/çıkarına gelendir.” Ancak güçlü ya da yöneten, her zaman kendi işine geleni mi, yoksa kendi işine geldiğini sandığını mı buyurur? Her zaman kendi işine geleni yapan yönetici, güçlü olabilir mi?
Yöneticinin güçlü olması neye bağlıdır?
Eğrilik/adaletsizlik doğruluktan daha mı kazançlıdır?
Devlet Diyalogu-İkinci Kitap:
Birinci Kitap’ta, adalete ilişkin kapsayıcı bir tanıma ulaşılmaya çalışılır. Bu anlamda, önerilen adalet tanımlarının yeterli olup olmayacağı ayrıntılı olarak alınır.
Son önerilen tanım, “adaletin güçlünün/yönetenin işine gelen şey” olduğu biçimindedir. Ancak bu tanım da yeterli olamaz, çünkü bu tanım kabul edilirse, “eğriliğin, doğruluktan daha karlı ya da iyi olduğu” onaylanmış olacaktır.
İkinci Kitap’ta, hem sonuçları hem kendisi bakımından yeterli olan bir adalet tamının yapılıp yapılamayacağı konusu tartışmaya devam edilir. Burada en son ortaya konulan “adaletin güçlünün işine gelen” tanımının tam tersi olan, “adalet, güçsüzün işine gelen” biçiminde bir tanım ortaya konur.
Buna göre, haksızlığa/adaletsizliğe uğrayan çoğunluk, her zaman haksızlığa uğramaktan sakınamayacağı ve haksızlık yapmayı da beceremeyeceği için yasalar ortaya koymuşlardır.
Dolaysıyla yasalar çoğunluğun koyutu ise, adalette güçsüzün işine gelen şey olmaktadır. Bu tanımın da, kendisi ve sonuçları bakımından yeterliliği araştırılmak durumundadır. Çünkü genelde insanların çoğunluğunun, gerçekte adaletin kendisi bakımından değil, sonuçları bakımından, yani gerçekte adil/doğru olmayıp, sözde/görünüşte adil ya da doğru oldukları gözlenmektedir. Bu noktada, Platon, sezgisel bir açıklık sağlamak amacıyla özellikle Lydial’ı Gyges’in yüzüğü efsanesine başvurur.
Gerçekte, genel olarak insanların adil ya da dürüst olması çok zordur, gücü eline geçiren herkes, genelde bu gücü kendi çıkarına kullanma eğilimindedir. Pratikte, insanların çoğunluğu eğriliğin doğruluktan daha yararlı ya da karlı olduğunu düşünmektedir.
Ancak bu, bireysel ve toplumsal yaşam açısından kabul edilebilir bir durum olamaz. Dolayısıyla adaletin/doğruluğun kendisi ve sonuçları bakımından yeterliliğinin ortaya konulması gerekir. Bu noktada, Platon, tartışmanın seyrini değiştirir.
Bireysel/tikel olandan tümele gitmek yerine, tümelden bireysele/tikele gitmenin daha uygun olacaktır. Çünkü adalet/doğruluk bir insanda olduğu kadar bütün toplumda da bulunmalıdır, dolayısıyla toplum tek insandan daha büyük olduğuna göre, doğruluk/adalet de daha büyük olacağından görülmesi ve tespiti daha kolay olacaktır. Buna bağlı olarak toplumsal yapının oluşum koşulları ele alınır.
Devlet Diyalogu-Üçüncü Kitap:
Daha önce tartışmalarda, bireysel ve tikel olanda adaletin hem kendisi hem de sonuçları bakımından yeterli bir tanımının verilememesi nedeniyle, adaletin toplumsal ve siyasal işleyiş açısından tanımının ortaya konulmaya çalışılır.
Bu tanımın yapılabilmesi için, öncelikle siyasal yapının oluşum koşulların açığa kavuşturulması gerekir. Bu amaçla, İkinci kitaptan itibaren, toplumsal yapının asıl temelinin, insanın tek başına kendine yeterli olmaması ve başkalarını gereksinmesine dayandırılır.
Buna bağlı olarak, insani temel gereksinimlerin karşılanmasının iş bölümünü ve sınıfsal ayrımı zorunlu kılmaktadır.
Ancak adalet, kendi kendine yeter bir toplumda değil, orta büyüklükte bir toplulukta görülebilecek bir şeydir.
İlginizi Çekebilir: Platon’ da Demiurgos, Evren ve Khora.
Bu anlamda, bir toplumda temel olarak üç sınıf bulunmaktadır:
Yönetici, koruyucu/asker ve üretici. Platon özellikle, toplumsal düzeni sağlayacak ve sürdürecek olan koruyucu sınıf üzerinden görüşlerini aktarır. Bu anlamda, özellikle koruyucu sınıfın eğitimi ve yetiştirilmesi ortaya konulur.
Çünkü adalet, güç ya da kapasite (dynamis) veya huy/karakter (hexis) olarak insanda doğuştan veya kendiliğinden bulunmadığından eğitimle yerleştirilmesi gereken şeydir. Yani, devlet aynı zamanda adil insanı yetiştirmeli ve eğitmelidir.
Bu temelde, verilecek eğitimin temel özellikleri ortaya konulur. Sınıflar arasında belli bir uyumu yaratmak için, dinsel–mitolojik veya ahlaki, estetik olsun her türlü pedagojik araca başvurulmalıdır.
Devlet Diyalogu-Dördüncü Kitap:
Adalet’in doğuştan bulunmadığı, aksine bir güç ya da kapasite (dynamis) veya huy/karakter (hexis) olarak yerleştirilmesi gerektiği anlayışı, adil bir toplum için yurttaşların nasıl yetiştirileceğini temel sorun haline getirmektedir.
Bu bağlamda, İkinci ve Üçüncü Kitaptan itibaren, verilecek bu eğitimin temel özellikleri gösterilmeye çalışılır. Ve Dördüncü Kitapta, özellikle devletin amacının bütün sınıflara mutluluk sağlaması olduğundan, devlet ve sınıflar açısından belirli sınırlandırmalar getirilmesi gerektiği vurgulanır.
Bu sınırlandırmalardan birisi, özellikle doğal eğilimleri bozucu etkisi nedeniyle, her türlü sahiplenme ve mal ediniminin korucular sınıfı için yasaklanmasıdır. Diğer bir sınırlandırma, düzen ya da uyum bozucu etkisi nedeniyle aşırı zenginlik ve yoksulluktur. Ayrıca devlet, bütünlük ve uyumunu kaybetmeyecek ölçüde büyük olmalıdır.
Sınıflar arası sınırlı bir geçişgenlik olarak, yetenek ve kabiliyetlerine göre insanların taksim edilmeleri, herkesin kendi yaradılışına uygun işini yapması bakımından gereklidir.
Bu anlamda, yöneticiler özellikle eğitimin bozulmamasına dikkat edeceklerdir. Buna göre, her bir sınıfa özgü belli erdemlerin (bilgelik/sophia, cesaret/andreia, ölçülülük/sophrosyne, doğruluk/dikaiosyne) eğitimle yerleştirilmesi amaçlanmalıdır.
Buna göre, adalet, “toplumda herkesin kendi işini yapmasını” ifade edecektir.
Siyasal ve toplumsal ilke olarak ortaya konulan adalet tanımın, bireysel erdem bakımından da gösterilmesi gerekmektedir. Tıpkı toplumdaki üçlü yapıya benze biçimde, insanda da üç kısım (akıl/logistikon, istenç/thymikon, istek/epithymetikon) bulunmaktadır.
Bireysel anlamda adalet ya da doğruluk, bu üç kısmın, her bölümün kendi işini görmesi anlamında bir uyumu ifade etmektedir.
Böyle bir yapılanma bilgeliği gerektirdiğinden, bu devleti bilge kişilerin veya filozof-kralın yönetmesi zorunludur.
Devlet Diyalogu-Beşinci Kitap:
Adaletin, toplumsal ve bireysel anlamda her bölümün ya da kesimin kendi işini görmesi biçiminde bir uyum olarak belirlenmesinden sonra, bu uyumun bireysel ve toplumsal olarak nasıl sağlanması gerektiği ortaya konulur.
Bu anlamda, özellikle Dördüncü Kitapta adalet tanımı, toplumsal olarak her sınıfın kendi işini yapması ve bireysel olarak da ruhun bölümlerinin uyumlu birliği biçiminde belirlenir. Bu benzetmeye bağlı olarak devlet şekilleri ve insan karakterleri arasında antropolojik ve psikolojik bir çözümleme yapılır.
Ancak bu çözümleme yapılmadan önce, siyasal düzenin uyumu için önemli olan koruyucu sınıf için öngörülen her türlü ortaklığın temellendirilmesi gerekmektedir.
Bu sınıfta, doğalarına uygun olarak kadınların erkekler gibi yetiştirilmesi, çiftleşmelerin belli ölçülere göre yapılması ve her şeyin ortak olması sınıfın kendi içindeki uyumu için gereklidir.
Özellikle bu sınıf için her tür edinimler ve sahiplenmeler için öngörülen ortaklık, öncelikle her türlü kötülüğün nedeni olan tamahkarlık ve kıskançlığı ortadan kaldıracak, sevinçte ve tasada birlikteliği sağlayacak, birinin derdi veya mutluluğu hepsinin derdi veya mutluluğu olacak biçimde kendi içinde tekbir insana benzeyen bir uyumu sağlayacaktır.