İslam Filozofları (Müslüman Filozoflar)

İslam Filozofları yerine Müslüman Filozoflar tabirini daha doğru bulduğumuzu belirterek yazıya başlamak istiyoruz. İslam Filozofları başlığı ise tamamen yanlış olamamakla beraber ilgili düşünürleri sadece Teoloji alanına hapsolduğunu ima ettiğini düşündüğümüzden dolayı yeterince kapsamlı bulmuyoruz.

Şüphesiz böyle bir başlıkla ilgili onlarca cilt kitap okumak mümkündür. Fakat biz, her zaman söylediğimiz gibi konulara ilgi uyandırmayı ya da ilgilendiğiniz konulara ilginiz arttırmayı umuyoruz. Tüm İslam filozofları ‘nı tek bir yazı altında, ayrıntılı bir şekilde anlatmak takdir edersiniz ki pek mümkün değildir. Bu sebeple bu yazıda İslam filozoflarının genel görüşlerine yer vererek onların felsefelerini genel hatlarıyla tanıtmaya çalışacağız.

Filozofların felsefelerinden önce onlara neden Meşşaiyun dendiğini açıklamamız gerekir. Bu açıklama aynı zamanda onların felsefi kökenleri üzerine bize ipuçları da vermektedir.

 

 

İslam Filozofları ve İslam Filozoflarının Temel Görüşleri

 

Meşşai Nedir ?

Aristoteles etkisinde kalan İslam filozoflarına ve onların görüşlerini benimseyenlere “meşşaiyun” yani “gezinenler” adı verilir.

Bu sözcük, dersini gezinerek veren Aristoteles ’in okulunu belirten “poripatos” kelimesinin Arapçadaki karşılığıdır.

Bu etkiyle, bu filozoflara “meşşaiyun” denilmiş olsa da İslam filozoflarının tek kaynağı Aristoteles değildi. Filozoflar Platon ’un da etkisinde kaldılar. Özetle İslam filozofları Hem Aristoteles ve takipçilerinden, hem Platon ve takipçilerinden etkilendiler.

Meşşai Felsefesinin en ünlü temsilcileri, Farabi, İbn-i Sina ve İbn- Rüşd ’dür. Akılcı bir felsefe olan meşşailik İslam dini içerisinde geliştiği için kaynak olarak kullandığı Yunan Felsefesinden doğal olarak farklılık kazandı. Din ile her zaman “hesaplaşmak” zorunda kalması bu felsefeyi din ile uzlaşmak zorunda bıraktı.

İslam filozoflarının ve özel olarak Meşşailerin felsefede karşılaştıkları temel sorun evrenini ezeli ve ebedi olması düşüncesidir. Bu düşünce tabi ki Yunan Felsefesinin temel düşüncelerinden biriydi. İslam filozofları bu düşünceyi; Evrenin (maddenin), zaman bakımından Allah’tan sonra ortaya çıkmış (yaratılmış) olmadığını; Allah ile beraber ezeli ve ebedi olarak var olageldiğini, ama Allah ’ın, özü bakımından, evrenden önce geldiği tezini öne sürerek cevaplamaya çalışmışlardır.

Şimdi kısaca İslam filozoflarının görüşlerini tanıyalım.

 

 

 

İslam Filozoflarından Farabi / İslam Filozofları

İslam Filozofları / Farabi

 

Farabi ’nin Temel Görüşleri

Farabi (872-950) varlık sorunu, “zorunlu varlık” kavramını ortaya atarak çözme yoluna gitmiştir. Farabi ’ye göre, en gerçek, en yüce varlık var olmasını bir başka şeye borçlu olmayan; varlığını başkasından almayan Tanrıdır. Onun varoluşu ve özü aynı şeydir. Bu zorunluğu varlığın dışında kalan bütün varlıklar öze sonradan eklenmiştir. Bundan ötürü, bu var olanlar kendi kendilerine ortaya çıkamayan, bir başka güce gereksinim duyan, bir başkası tarafından var edilen varlıklardır.

Farabi ’nin evren ile tanrı arasında yaptığı bu ayrımlar, onun metafiziğinin önemli bir yanıdır ve kendisinden sonda gelen İbn-i Sina ’yı da bu görüşüyle etkilemiştir.

Farabi ’nin bir diğer önemli görüşü de “akıllar kuramı” ‘dır.

Varlığı Tanrı ’dan çıkarak (türeyerek), gökler alemini ve daha aşağıda bulunan bizim dünyamızı ortaya koyacak şekilde bir sıralama olarak gören Farabi, Tanrı ’dan bir ilk aklın çıktığını, ondan da yeni bir aklın doğduğunu ve böylece her seferinde, yeni bir aklın, ruhun ve gök ’ün oluştuğu tezini savunur.

Varlık kademelerinin bu şekilde birbiri içinde türemeleri bir zorunluluktur. Doğa olaylarının açıklamasında ise Aristoteles ’in madde ve form kuramını benimser. Tanrı ’yı hem öz hem de varoluş olarak kabul etmesi, yani madde ile Tanrı ikiliğini kaldırması onu tümevarımcılara yaklaştırır. Bu görüşten dolayı Farabi ’nin felsefesini tasavvufa yakın olarak niteleyebiliriz.

Birçok alanda yapıt vermiş bir bilgin olan Farabi ’nin bir ideal toplumun yani devletin nasıl olması gerektiği konusunda da özgün görüşleri bulunmaktadır.

Özellikle Platon ’un Devlet, Gorgias ve Yasalar gibi yapıtlarından etkilendiğini söyleyebiliriz. Bu etkinin Farabi ’nin “insanlığı kapsayan toplum düşüncesini” ileri sürmesine sebep olduğunu söylemek mümkündür.

Bu görüş Yunanlıların kent-devlet temeli üzerinde kurdukları ütopyalara oranla bir yenilik getiren dünya devleti kavramını içinde taşır. Platon ’un görüşlerinden ayrılan en önemli kısmı da bu tüm insanlar için oluşturduğu toplum düşüncesidir.

 

İlginizi Çekebilir : Tarihte bilinen ilk felsefe okulunu ve bu okulun temsilcilerini tanımak ister misiniz? İyonya (Miletos) Okulu bilinen diğer ismiyle Milet Okulu.

 

İbn-i Sina / İslam Filozofları

İslam Düşünürü İbn-i Sina

 

İbn-i Sina Temel Görüşleri Nelerdir?

İbn-i Sina (980-1037) da, tıpkı Farabi gibi, doğanın açıklanmasında madde ve form kuramını temel olarak aldı ve bütün varlıkların Tanrı ’dan çıkmış bir kademeleşme olduğunu ileri sürdü.

İbn-i Sina’ya göre başlangıçta sadece tanrı vardı; zorunluk taşıyan ve gerçek olan Tanrıdan “saf (katışıksız) bir ruh” çıkar. Bu ruh ilk nedendir. Yani öteki varlıkların ilk nedenidir. Bu nedenden evrenin bütün ruh ve bedeni türer. İbn-i Sina bu duruma “faal akıl” (etkin akıl) demektedir. Bu akıldan da gökler ve onların akılları doğar. Daha sonra ki yıllarda felsefe tarihi içerisinde önemini yitirmiş olan bu kuram evrenin kademeler halinde olduğu düşünülmesinden ve her kademenin (yeryüzü, gökler, yıldızlar vb.) aynı zamanda akıllı bir varlık gibi görülmesinden doğmuştur. Bütün bu kademelerin zirvesinde de yaratıcı (Tanrı) bulunmaktadır.

İbn-i Sina ’nın bu kurama önem vermesinin nedeni evreni bir merdiven misali tasvir etmesidir. Nitekim İbn-i Sina, ruhbilimsel açıklamalarda bulunurken de, insan ruhunun bilgiye ve doğruya yönelirken çeşitli “akıl” aşamalarından geçtiğini söyler. Böylece varlık konusunda ki metafizik açıklamaları ile insan ruhu konusundaki açıklamaları bir paralellik gösterir.

İbn-i Sina ’ya göre, insan ruhu, bilgi açısından, varlıkların özünü oluşturan en genel kavramları, yani özleri görüp kavrayacak duruma girer. Bu kavrayışı sağlayan şey ruhun bu en son ve en yüksek aşamada “faal akıl” ile ilişki kurmasıdır. Bundan ötürü İbn-i Sina tasavvufu incelediği zaman, akıl dışına çıkarak yalnızca yaşama ve duyma ile mutlak aleme ulaşma çabasını doğru bulmaz.

Yukarıda açıkladığımız akıllar arası ilişki İbn-i Sina ’nın kendine has tasavvufunu temelini oluşturur. İbn-i Sina ’ya göre tasavvufta olduğu gibi mutlak birleşme, onun içinde erime şart değildir. Yalnızca faal akılla ilişkili duruma girmek, dış görünüşün ardında ki gerçek ve mutlak varlığı görmek; yani çokluk alemini birlik olarak kavramak söz konusudur.

İbn-i Sina ’nın ahlak felsefesi de metafiziğe dayanır ve bir bakıma tasavvufa yaklaşır.

Filozof “Mutluluk ve doğru yaşam nedir? ” sorusuna “Mutluluk, insan ruhunun kendini arıtmasıdır, temizlemesidir; faal akla yönelmesidir.” diye cevap verir. İyilik ancak bu yolla bilinip tanınacak ve gerçekleştirilebilecektir.

 

 

İslam Filozoflarından İbn-i Rüşd / İslam Filozofları

İbn-i Rüşd / İslam Filozofları

 

İbn-i Rüşd Temel Görüşleri Nelerdir?

İbn-i Rüşd (1126-1198) Batı düşüncesi üzerinde en fazla etki göstermiş İslam filozofları ‘ndan biri, belki de birincisidir. İspanya ’da yaşamış olan bu ünlü filozof Meşşai felsefesinin en seçkin temsilcilerinden biridir. Aristoteles ’in görüşlerini açıklamış ve özgün bir yorum getirmiştir.

İbn-i Rüşd ’ün dinde açıklanmış olan her şeyin akıl yoluyla ispat edilebileceğini ileri sürmüştür. Kuran ’daki sözlerin dış anlamlarının yanında bir iç anlamları olduğunu ve buna varmak gerektiğini söylemesi, Batı düşüncesi üzerinde büyük etki uyandırmıştır. Bununla birlikte aynı düşüncelerin, İslam Felsefesi içinde İbn-i Rüşd ’den çok önce ve ayrıntılı bir biçimde ileri sürüldüğünde bilmekteyiz.

Filozofun İspanya ’da yaşamış olması ve Batı dünyası ile yakın ilişki içinde bulunması etkisinin büyük olmasında katkı sağlamıştır. Fakat bu durum İbn-i Rüşd ’ün çok büyük bir akılcı filozof olması gerçeğini gölgelememelidir.

Gazzali ’nin filozofları eleştirisine kesin bir eleştiriyle cevap veren, maddenin ve hareketin ezeli ve ebedi olduğunu, hareket olmaksızın zamanın düşünülemeyeceğini, insan ruhunun ölümsüz olmadığını, ölümsüzlüğün bir kimsenin ruhunu öldükten sonra sonsuz olarak yaşamak anlamına geldiğini savunan İbn-i Rüşd ’dür.

Filozofun her şeyden önce akıl ve deneye dayanarak, İslam dini dogmaları karşısında bu görüşleri savunması, onun felsefi düşünceye bağlılığının kesin bir kanıtı gibidir. Batı ’da derin etki göstermiş olan bu düşünceleri 1240 ’tan 1513 ’e kadar kilise tarafından yasaklanmış olduğunu da belirtmek faydalı olacaktır.

 

 

 

İslam Filozofları / Gazzali

 

Gazzali ’nin Temel Görüşleri Nelerdir?

Gazzali ya da Gazali olarak da bilinir. Gazali’yi aslında bir filozof olarak değerlendirmek yanlıştır. Gazali felsefecileri ve felsefelerini çürütmek istemiş, onların yanlışlarını ortaya koyacak şekilde çalışmalar yapmış, eserler vermiştir. Bu sebeple kendisine filozoftan çok hükema dememiz daha münasip olacaktır. Şahsen katılmasam da, kendisini İslam Dünyasında felsefeyi sonlandıran kişi olarak görenlerin sayısı epey fazladır. Ama kanımca halihazırda diğer birçok faktör yüzünden zayıflamış olan düşüncenin ivmesinin son bulması onun yaşadığı ve sonrası döneme isabet etmiştir.

İslam düşüncesinde, bilgi kuramı alanında yapılmış en ilgi çekici eleştiri Gazzali (1058-1111) aittir denebilir.

Gazzali “kesin bilgiye nasıl ulaşabiliriz ?”  “hangi bilgi alanında, kesinlikten söz edilebilir?” “duyuların ve aklın sağladığı bilgi ne kadar güvenilirdir?” “felsefe ve metafizik, kesin bilgiler verebilir mi?” gibi sorular sorarak, bunlara cevap vermek istedi.

Genç yaşlarında felsefeye yoğun ilgi gösteren Gazzali ilerleyen yıllarda felsefenin verdiği cevaplardan şüpheye düştü ve felsefeden uzaklaşarak tasavvuf ve mistik düşünceye yöneldi.

Gazzali her şeyden önce, bilgilerimizin kesinliğini ve sağlamlığını arar. Gazzali ’ye göre matematik ve mantık, üzerinde herkesin birleştiği, herkesin kabul ettiği bilgiler verdiğini söyler. Bunların kesinliği araştırma alanlarının sınırlı olmasından geldiğini söyler. Buna karşılık felsefenin; varlık, Tanrı, insan ruhu, Tanrı ile varlığın ilişkisi, insan yaşamının anlamı gibi konuları araştırmanın yani metafiziğin kesin bilgiler veremeyeceğini söyler. Çünkü filozoflar bu konular üzerinde anlaşmaya varamamışlardır.

Gazzali, bilgi konusunda genel eleştirisine, duyuların bizi aldatabileceğini ortaya koyarak başlar. Metafizik konularda aklın kesin yargılara varabileceğinden şüphe duyar. Bu görüşünü daha önceki filozofların, mutasavvıfların ileri sürdükleri görüşleri inceleyerek temellendirir.

En zorlu eleştirileri filozoflara yöneltir. Aklın felsefe ve metafizik alanında ele aldığı sorulara cevap vermeye çalışırken, kendi kendisiyle çelişmeye düştüğünü; üzerinde herkesin mutabık kalamadığını söyler. Ayrıca filozofların akıl ve imanı birleştirmeye çalışması da başarısızlıkla sonuçlanmıştır Gazali ’ye göre.

Gazzali ’ye göre dindeki yaratılış anlayışı felsefeyle açıklanamaz.

Aklın ve bilginin eleştirisiyle işe başlayan Gazzali, bu eleştiriden yeni bir felsefeye yönelmez. Bilgi konusundaki kuşkuculuğu sonunda dine ve tasavvufa yönelmesiyle sonuçlanır. Gazali aklı ve inancı tamamen ayırarak sonunda inancı seçer.

 

 

 

İslam Filozofları / İbn-i Haldun

 

İbn-i Haldun ’nun Temel Görüşleri Nelerdir?

Batı düşüncesini etkilemiş bir başka düşünürde İbn-i Haldun ’dur(1332-1404). İbn-i Haldun’u da bir filozof yerine bir hükema bir bilgin olarak anmak daha doğru olacaktır.

Toplumların ortaya çıkış, gelişme ve çöküş dönemlerini araştırmış olan düşünür, tarih bilimi ve felsefesi alanında önemli buluşlar ortaya koymuştur. Toplumları ve tarihsel olayları incelerken, Tanrı ’yı ya da herhangi bir doğaüstü gücü değil; incelenmesi ve gözlemlenmesi mümkün olan doğal olaylar üzerinden açıklamalar getirmiştir.

İbn-i Haldun ’la beraber tarihsel olayların açıklanmasında temel olarak alınan artık akıl ve gözlemdir.

İbn-i Haldun toplumları, biyolojik varlıklar, organizmalar gibi görür. Yani toplumlarda tıpkı biyolojik varlıklar gibi doğar, büyür ve ölürler. Uygarlıklar ve imparatorluklar, kaçınılmaz bir biçimde yükseliş ve yıkılış dönemlerini yaşarlar. Toplumlar kapalı bir çember gibi başladıkları yer geri dönerler. Bu bakımdan kötümser bir tarih felsefesi ileri sürdüğü söylenebilir.

İbn-i Haldun toplumların temelinde coğrafi ve ekonomik koşulların bulunduğunu ve toplumların tarihlerinin bunlar tarafından belirlendiğini söyleyerek zamanını çok ilerisinde olan görüşler öne sürmüştür.

İbn-i Haldun ’a göre insanları toplum kurmaya zorlayan itki insanların tek başlarına üretim yapamıyor olmalarıdır. İnsanların içgüdüleri hayvanlara göre daha zayıftır bu yüzden de toplum oluşturmak durumunda kalırlar. Toplumlar arasında bulunan farklar ise coğrafi farklılıklardan meydana gelir. Ekonomik koşulların da yüksek derecede toplumların şekillenmesi üzerinde etkisi vardır. Toplumun manevi yaşamını da (töre, din, ruhsal özellikler) büyük ölçüde maddesel yaşamın belirlediğini ileri sürer.

 

İşten, okuldan arta kalan kıt zamanınızda, sosyal medyada gezinen gerekli, gereksiz bu kadar popüler kültür malzemesi arasında sanat, felsefe ve edebiyata zaman ayırıp bu yazıyı okuduğunuz için sizi ayakta alkışlıyor ve teşekkür ediyorum.

Hürmetler. Esenlikler dilerim.

One Response

  1. Cevdet Tankir (Viyana)

Reply

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.